Hollanda

Göç Edenler Kulübü – Hollanda’ya Yerleşmek

Eğer sırf bu kız ne yazmış diye yazıyı okumaya başlamadıysanız, daha doğrusu başlık içinizde bir kıpırtı uyandırdıysa ya da çoktan bakınanlardan olup da doğru kararı vermek için deneyim kovalayanlardansanız göç edenler kulübüne hoş geldiniz… Siz de artık bu ailenin bir üyesi sayılırsınız.

Geçenlerde bir gezi topluluğun sayfasında genç bir kızın yurt dışında yerleşmek isterken hangi sebeplerle bunun ne kadar “yanlış” bir karar olduğu kanaatine varışını okudum. Yazısının altına bunu gerçekleştirmiş ve şu anda deneyimleyen bir insan olarak yorum bırakmak istedim ama yorumlarım sadece bir fikirle kalmayıp çok başka polemiklere gideceği ve yıpratıcı bir hal alacağı için vazgeçtim. Kendi çöplüğümde kendi düşüncelerimi ifade etmek düştü tabii ki aklıma. Başka bir ülkeye göç edeli 3 aya yaklaşıyorken kendi geçmişime döndüğümde bu deneyimleri okumaktan ne büyük keyif aldığımı ve aslında bazı aklıma gelmeyen bakış açıları kattıklarını hatırladım. İşte tam da bu yüzden aslında hem kendime yaşadığım deneyimleri ve nereden nereye demeyi daha kalıcı kılmak hem de belki bir başkasının deneyimine fikir olarak katkıda bulabilmek için şimdi burada kendi çöplüğümde başlıyorum hikayemize.

En başından başlamak gerekirse nereden çıktı bu karar neden geldik buralara?

Hala yaşlı kategorisine girmesem de, üniversite zamanlarındaki gençliğimde yurt dışına göç edilmesine şiddetle karşıydım. Ne zaman böyle bir konu geçse kesinlikle karşı çıkardım. Hatta şimdi dönüp baktığımda, babamın ısrarla üniversite ve yüksek lisansta git demelerine nasıl kulak tıkadığımı anımsadıkça gülümsüyorum. Nereden nereye dedikleri böyle şeyler sanırım…

Sebebi hiç bir zaman korkmam ya da mevcut düzenimi koruma isteğimden gelmedi, aslında kalıp savaşma isteğimdendi. Delikanlılık dedikleri de bu oluyor işte… Ne zaman ki mezun olup işe başladım ve gerçek olarak nitelendirdiğimiz hayatla yüzleştim o zaman işin rengi değişmeye başladı işte… Yanlış anlaşılmasın severek yaptığım ve aslında ülke şartlarına göre gerçekten özgeçmişte parlayan bir işim vardı. Tabii ki yeni mezun olarak öğreneceğim çok şey vardı. Her şeyden önce profosyonellik kavramı hayatıma girdi. İşe alınırken belli kalıplara uygunluğuna göre seçildiğin, yine belli kalıplara göre yükselebildiğin bir düzeninin içerisinde girmiş olmak yapıma biraz aykırıydı itiraf etmek gerekirse. Ben o zamana kadar kimsenin ne dediğini hiç düşünmeden doğru olduğuna inandığım şeyleri savunmuş, istediklerimin peşinden fütursuzca koşmuştum. Ama “profesyonel hayat” beni bir çok açıdan kapana kıstırmıştı. Öncelikle bizim toplumumuzda olan o ast-üst ilişkisini iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. Amir kavramı bir sıfattan öte iş tanımınızı şekillendiren bir kavram olabilir. Tabiri caizse damgalanıp geleceğinizi riske atmamak için “profesyonel” davranmak ve her savunduğunuz şeyi açıkça söylememeniz gerekir. Hatta mümkün olduğu kadar politik davranmanız gereklidir ki ne zaman karşınıza ne çıkacağı belli olmaz, renginizi belli etmenin bir alemi yoktur. Oysa benim bütün renklerim nettir. Çok açık içinden gelen ve düşündüğüm şeyleri ık bık demeden söyleyenlerdenimdir.

Aslında bunu sadece iş hayatım da değil, yüksek lisans yaparken çalıştığım akademik kadro da sıklıkla hissettirdi. Bir kavramı tartışırken hocamla iddialaşmam sonucu savunduğum şey doğru çıktı ve aldığım cevap acıydı bence: “ Ben burada senin hocanım, dediğin doğru bile olsa ben nasıl yapmanı istiyorsam öyle yapman gerekir, itiraz etmeyeceksin”. Bu bir çok şeyi ve benim ayak uyduramayacağım bir maddeyi açıklıyordu aslında. Ben düşünmemeyi, konuşmamayı, savunmamayı ya da sorgulamamayı kabullenebilecek bir karakter olamadım, büyük ihtimalle olamayacağım da…

Aslında baktığınızda oldukça şanslıydım da bunların farkında, sürekli iletişimde olduğum bir ekip liderim, oldukça sevimli ve sosyal bir ekibim vardı. Bu küçük alan içinde de mutluydum bakarsanız. Gerçekten kendimi geliştirebileceğim ve sorgulayabileceğim pek çok alan buldum ve bunları kendime kattım da… Ancak konu büyük resme bakmak olunca ve bir adım öteye geçmek istediğiniz evinizdeki mutluluğunuz bazen yetersiz kalabiliyor…

En önemli ikinci etken ise hayatımdaki öncelik dengelerinin muhteşem dengesizliğiydi. En açık anlatımıyla hayatıma zaman bulamıyordum. Çünkü içinde bulunduğum çalışma saatleri ve hayat düzeni gerçekten buna müsaade etmiyordu. Aslında bir çok insanla bunu konuşurken “sen dua et cumartesi günleri çalışmıyorsun” cevabını almaya alışmıştım ama bu benim için çok şükür bugün de dayak yemedim minvalinde bir cümleydi. Yani denkleme baktığımda hayatımı yaşamak için para kazanmak üzere çalışıyordum ama bunu yaparken asıl amacım olan hayatımı yaşamaya zaman bulamıyordum. Çok ironik.

Çözüm için uzun bir süre debelendim, alternatif yapabileceğim işlere baktım. Kafe açmaktan tutun, hayalim kamp alanı açmaya, farklı firmalara ya da sektörlere geçmeye kadar türlü türlü şeyi araştırdım. Ancak sonuç şuna çıkıyordu; istediğin işi yap burada o zaman sana kalmayacak!

Güzel, ama hani şu denklem var ya: para-zaman-enerji, ben bunları dengede tutamadıktan sonra geçen zamanı geri getiremeyecektim. Okuduğum onca mühendislik eğitimi bana zaten birinin fazla olması gerektiğini değil, optimumu bulmamı öğütlüyordu ama o optimum olacak gibi de değildi. Hafta içi bazal metabolizmaya geçip hafta sonu patlamalar yaşayan hayat düzenim bana iyiden iyiye saçma gelmeye başladı. Yapmak istediğim şeyleri hafta içine yaymaya çalışsam da o işten sonra koştur koştur oraya buraya gitmekten (yanlış anlaşılmasın aman sabahlar olmasın, bir o bar bir bu bar durumu değil. Bahsettiğim işte tango dersi olur, yoga olur gibi sosyal kendini geliştirmek ya da keyif aldığın aktiviteler) enerjimin git gide tükendiğini ve gerçekten yorulduğumu hissettim. Kendime, aileme, sevdiklerime, yapmak istediklerime ayırabilecek zamanım yoktu. Bu da hayatımda değiştirmem gerektiğine karar verdiğim bir madde olarak yer etti…

Tabii ki şu varlığı bir dert yokluğu yara olan para mevzuları da var. Kazancım gerçekten ortalamaya bakıldığında,özellikle tek kişi yettirip arttıracak şekildeydi, ancak bir problem vardı. İster şımarıklık ister hayat görüşü diyin ama evet özellikle İstanbul’da temel ihtiyaçlarımı karşılasam da temelin ötesine geçmek aslında temel ihtiyaçlarını kısmaktan geliyordu. Şöyle oluyor ki bir konser, etkinlik vb şeyler son dönemlerde çarpı 2 – 3 leri bulmuşken, dolar euro tavan yapmışken ben yine benzini 50 liralık alsam da hayatımın keyif aldığım düzenini korumaya yetmiyordu.

Tabii ki beklentilerle ve önceliklerle alakalı bir durum ama yani artık başka bir ülkeye 1 haftalığına gitmek demek dönünce 3 ayını bazal metabolizmaya alarak borcunu ödemek demekti. Her seferinde yeni bir zamla “hadi bakalım bugün neyi daha pahalı alıyoruz?” demeye başlamıştık. Enflasyon oranlarına karşı maaş zamlarından kesinlikle bahsetmiyorum. Ama hatırlarsanız bir kaç satır önce ben bunları yapabilmek için para kazanmak üzere çalışıyordum. Evet onda da zorlanmaya başlamıştık. İşin daha da kötüsü bu tek kişilik burjuva hayatımızı geçersek ileriki dönemlerde evlenip barklanıp çocuk sahip olduğum durumu hayal edemiyordum. Çünkü günümüz koşullarında muhtemelen bana sunulan imkanların beşte birini ben kendi çocuğuma veremeyecektim. Onu da bu standartlara mahkum edecektim ki her zaman bir ailenin isteği çocuğunun kendinden daha da ileri gidebilmesini sağlamaktır diye düşünüyorum. Ben bunu sağlayamayacağımı fark etmeye başladığım an içimi bir korku sarmadı desem yalan olur…

Hadi parayı bulduk bir şekilde diyelim. Zengin olduk çok rahatız. Bunu hayal ettiğimde de rahat olamadım. Hayır battığından değil, özgür hissetmediğimden. Yani hayatımın her alanında özgürlüğümün kısıtlandığını sonuna kadar hissetmeye başladım. Toplum baskısı, politik, sosyolojik istediğiniz şekilde diyebiliriz ancak sonuç aynıydı. Ben ne düşünce ne eylem yönünden özgürdüm. Nasıl bu noktaya gelindi bilmiyorum ama sosyal medyaya yazdığımız cümlelerle yargılanıp, cezalandırılabilir, gezme saatlerimizin başkaları tarafından belirlenmesiyle başımıza gelenleri hak edebilir kıvama gelmiştik. Yani o delikanlı kız, bana bir şey olmaz diyen ergenlik halleri çoktan terk etmişti kabul ama artık gerçekten yanımdan geçenlerden çekinir, tenhadan kaçınır olmuştum. Kendimi güvende hissetmiyordum ki bu da beni özgür kılacak bir duygu değildi. Yazdığım bir cümleyle bir gece ansızın kapıma gelinebilirdi. Kendi güvenliğimin getirdiği kısıtlar dışında bir çok konuda da karar verme özgürlüklerimin kısıtlandığını hissetmeye başladım. Yani kesinlikle bir şeyler oluyordu ondan eminim ama konu benimle alakalı olsa da benim çok dışımdaydı. Bir sabah kalktığınızda aniden değişen bir gündemle yeni bir yasağa merhaba diyebilirdiniz. Değişen sınav sistemiyle emeğiniz hiç olabilir, saçma sapan damgalanarak mevcut statünüzden olabilir ya da çocuğunuzu değiştirilen eğitim sistemiyle istediğiniz okula veremeyebilirdiniz. Bunun gibi daha bir çok örnek verebilirim ama özetle kendi hayatımın kontrolünün bende olmayışı ve artık korkarak, başıma bir şey gelmesin diye çekinerek yaşar olmak gerçekten beni boğmaya başlamıştı. Üstelik çoğunluğa baktığımda bu durum rahatsızlıktan ve itiraz yaratan şeyler olmaktan öte destek toplayan bir şeydi. Eskiden hakkımızı savunduğumuz çoğu şeye risk almaktan çekinerek susar olmuştuk ve bana kalırsa her geçen zaman, her olay özgürlüğümüzden bir parça koparıp gitti. Özellikle bir kadın olarak toplumda yerini bırak korumak, bularak sürdürebilir olmak git gide zorlayan bir hal aldı.

Tabii ki tüm bunlarla beraber huzurumu kaybederek, ciddi anlamda bir gelecek kaygısı baş göstermeye başladı. Umut dediğimiz şey güç verir ya, ben o gücümü de yavaş yavaş kaybetmeye başladım. Sonucunda daha mutlu ve istediğim, hayalini kurduğum hayatı sürdürmek için neleri değiştirmem gerektiğine baktığımda gerçekten çok fazla şeyin biriktiğini gördüm. Bu süreçte başka ülkelere taşınan bir çok insanla konuştum, yazıştım, yanlarına gittim, belli bir süre kalıp hayat şartlarına baktım, bloglar okudum, videolar izledim, neler neler…Bütün seçenekleri değerlendirdiğimde içinde bulunduğum düzende kalarak istediklerimi elde etmenin çok da mümkün olamayacağına karar verdim. Dışarıdan her ne kadar çok ürkütücü ve cesaret gerektiriyor gibi gözüken bir karar olsa da “yurt dışında yerleşmek benim denersem ne kaybederim ki en azından deneyimdir” dediğim bir değişimim haline geldi. Tabii ki rastlantısal bir karar değildi getirisi kadar götürüleri de vardı. Ama ne her zaman derim, ne istediğimi bilmesem de neleri istemediğimden fazlaca emindim. Hepsini değiştirmek üzere benim de her adımda değişeceğim bir yolculuğa çıkmış oldum.

Tabii ki bu yolda gözden çıkardıklarım, neden bu ülkeyi seçtiğim, süreçte neler yaşadığım gibi tonla değişken var. Ancak onlar baymamak ve yüzeysel bırakmamak adına detaylarıyla gelecek bölümlere kaldılar… 🙂

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir